8.18.2009

Erhan Altunay'dan aşk ve ilişkiler üzerine

İLİŞKİLERİN SEÇİMİ

Erkek ve kadının seçimine baktıktan sonra asıl ilişkilere bakamaya geldi sıra...
Kimse ilişkileri çözdüğünü söyleyemez. Hepimiz bildiklerimiz ve tecrübelerimiz ile karanlıkta bir yön arıyoruz. Ama bilinenlerin ışık tutacağına da inancımızı kaybetmiyoruz.
Evren, dişil ve eril enerjinin birlikteliği üzerine kurulmuştur.
Eski toplumlarda Tanrı ve Tanrıça’nın birleşmesinin bir kutsal birleşme olduğuna inanılır ve bunun bolluk ve bereket getireceği varsayılırdı. Bu yüzden yılın belirli dönemlerinde bu birleşme hep kutlanmıştır.
Bu kutsal birleşme her zaman bilinçaltımızda yaşamaktadır.
Bu kutsal birleşmenin en güzel sonucu da türün üremesi yani dünyaya bir başka varlığı getirmektir.
Bu nedenle insan her zaman kendini tamamlayacak, dişil ya da eril enerjiyi deneyimleyeceği ideal eşini arayıp durmuştur.
Aşk diye de tanımladığımız bu çekim belki de binyıllar ötesinin kutsallığını taşımaktadır.
Carl Gustav Jung, her erkeğin içinde bir kadın (bunu Anima diye adlandırmıştır) ve her kadının içinde de bir erkek (bu da Animus’tur) olduğunu söyler. Bizler seçimlerimizi bunalra göre yapaız. Bu dişi ya da erkek figürleri ne kadar sağlıklı ise seçimimiz o yönde, sağlıksız ise sağlıksız yönde olacaktır.
Bizler seçimlerimizi, içimizdeki figür kadar beklentilerimiz ile de yaparız.
Biriyle karşılaştığımız ya da yakınlaştığımız an, Doğa’nın armağanı o kalp çarpıntısı başlar. Aşkın geldiğini hissederiz. Yaşamın en güzel anlarıdır.
Daha sonra bu yakınlaşma bir ilişkiye dönüşür. İşte burada kurallar ve kalıplar çıkar.
Öncelikle karşımızdaki insanın güzel yanlarını görürüz. Evet, Evren çağrımızı duymuş ve O’nu karşımıza çıkartmıştır.
Ancak bununla yetinmeyiz. Karşı cinse yükleyeceğimiz ne varsa karşımızdakine yüklemeye başlarız.
“Kesinlikle o da benim gibi eğlenmekten hoşlanıyordur. Güzel sevişiyordur. Bunu güzel yapıyordur...” gibi
Derken beklentiler başlar.
Öyle ya...Bu değerleri yüklediğimiz kişi beklentilerimize de mükemmel yanıt vermek zorundadır.
Zaman içinde beklentiler karşılanmamaya başlar...
Formüller türetilir.
Her şeyin, yaşamdaki her eylemin tanımı tekrar yapılır. Eğlenmek, onunla eğlenmektir, sevişmek onunla sevişmektir, sinemaya gitmek onunla gitmektir, tatile çıkmak onunla çıkmaktır, güzel bir yemek onunla yenen yemektir...gibi
Ancak zaman içinde karşılanmayan beklentilerin ağırlığı ilişkinin üzerine çöker.
Eğer ilişkinin erkek tarafı, sorumluluğu kaldıramayacak gibiyse, çareyi önce ortadan kaybolarak ilişkiyi soğutmakta arar. Ancak onları birleştiren tutku yeniden bir araya getirir ancak erkek için durum çok daha zorlaşır. Kaldırılamayacak bu sorumluluk sonuçta erkeğin erkekliğini başka bir alanda, sevgilisini aldatarak göstermesi ile ya da kendini işine vermesi ile sonuçlanabilir.
Kadın tarafı ise daha yapıcı olmaya çalışmakta olsa da , zaman içinde o da çökebilir ve yapamadığını söyler.
Burada karşılıklı olamayacağını söyleyip ayrılmak da en iyi çözümdür. Ancak bunun önüdeki en büyük tuzak ise, yeni formüller üreterek, baştan karşılıksız beklentilerle başlayan bu ilişkiyi kurtarmaya çalışmaktır.
Daha da olası bir durum ise, çiftler arasında narsistik yanı ağır basanın ilişkiyi bir bahane ile bitirmesidir. Ötekisi için bu bir yıkım olacaktır.
Son nasıl olursa olsun ayrılanlar için çok sıkıntılı bir dönem başlar...Yukarıda yazmıştık ya...Her şeyin tanımı yeni baştan yapılmıştır. Artık tanımda karşı taraf olmayınca bütün tanımlar çöker, nesneler ve eylemler anlamsızlaşır ve korkunç acılar başlar.Gerçeklik yok olur.
Oysa ortalıkta o kadar mutlu çiftler vardır ki. Alışveriş merkezleri bunlarla doludur. Parklar, sinemalar, lokantalar da..Belki de bunların hiç bir beklentisi olmamıştır...belli olmaz.
Sancılı bir ilişkiyi tanımladık. Ancak günümüzde en sık rastlananı da bu olmaya başladı.
İlişkilerde, karşı taratan beklentiler yükseldikçe, “Modern Kadının Seçimi” ya da “Modern Erkeğin Seçimi” yazılarımızda yazdığımız gibi fertlerin bunu karşılaması güçleşiyor. Belli bir kısırdöngüye giriyor.
Kısaca belirtirsek artık ilişkilerde de özgür olamıyoruz. Beklentilerimiz ve kalıplarımız karşımızdakini olduğu gibi görmemizi engelliyor. Kendimize ve ona olmayacak şeyler yüklüyoruz.
Toplumsal deneyimler, okuduklarımız, gördüklerimiz, medya bize ne kadar yük yüklemiş ki, Doğa’nın en büyük armağanı olan eril ve dişil enerjinin birlikteliğini deneyimlemek bizde bu kadar acı bir olay haline geliyor.
Oysa , becerebilsek de, bütün beklentilerden kurtulsak; olabildiğince özgür olsak da o zaman karşımıza çıksa..hiç bir anlam yüklemeden olabildiğince özgür sevebilsek. Bir yaşamı paylaşabilsek sevginin kuralsızlığında. O tam da ona ihtiyacımız olmadığı anda karşımıza çıksa. Hiç bir beklenti olmadan aşk özgürce yaşansa ve eril ve dişil enerjinin birlikteliği en güzel armağanını verse..
Belki de şimdi kendimize dönme vaktidir. Ve hiç ona ihtiyacımız olmadığı anda o gelecektir.

Hiç yorum yok: