2.09.2008

Bir söğüt ağacı kesildi




“İznik Gölünün kıyısında bir Söğüt ağacı kesildi.”
Tarih: Nisan 2007


Bir olay..Tek cümle yeterlidir olayları anlatmaya. Ama ya olan? Bazen cümleler, hikayeler,romanlar yeterli olamaz olanı anlatmaya..Ama çabalarız.. Bazen de derin bir sessizlikle anlatabiliriz böyle şeyleri. Kelime yoktur, yalnızca bir yutkunma belki..Olanı anlayan gözlerin bakışması ve suskunluk..Ben buna Hüzün diyorum. Çünkü o derindir , sessizdir ve esasında çok şey anlatır…Gerçek olanı..

Dünyada Hüzün çok fazla..Söğüt ağacımızın kesilmesi ise onun yalnızca bir tane görüntüsü.

Iznik Gölü kıyısı, Orhangazi mevkii devlet tarafından korunması gereken bir sit alanı. Ağacımız ise 50-70 yıllık ulu bir söğüt..Hemen gölün kenarında, yarı bedeniyle suya uzanmış diğer yarısıyla da bize gölge olan bir simgeydi o. Şehrin gürültüsünden kaçıp onun altına sığınır, hem gölün ışığını seyreder, hem onun yapraklarının hışırtısında gövdesine sarılmış uyuklardık. Ne yazarlar, ne düşünenler ,ne çocuklar ,ne sanatçılar oturdu onun altında..Ne sohbetler yapıldı, nelere karar verildi, nelere gülündü yine ..Ve ne dertler paylaşıldı onun dinginliğinde..

Evet.Göle girmek için mayo giydik, bikini giydik o yörede. Ağacın gövdesini hissetmek de istedik, toprağın tadını da. Evet rakı da içtik altında şarap da..Ve ne yemekler yedik, ne kahkahalar attık. Hepsinde bizimleydi o.Biz yaşarken.

Şimdi o öldü. Ölmedi esasında öldürüldü. Kurudu demiş muhtara..Dini tam, inanan bir yöreliymiş. Demiş ki artık bu ağaç çirkin olmuş..Biz bilmiyoruz öyle bir şey..Resimlerini çekmiştik onun. Yemyeşil dalları hala gözümüzün önünde, sapasağlam gövdesini ise hala sırtımızda hissediyoruz. Muhtar da izin vermiş..”Kes.” demiş. Bilmiyoruz ki Söğüt ağacı muhtarın mıydı? Biz onu bu ülkenin ağacı sanıyorduk ve çok sevmiştik. Ama bize sormadılar öldürelim mi diye? Yoksa biz bu ülkeden değil miyiz?

İşte bu yüzden Hüzünlüyüz..Uzun zamandır bir çok “Olan”a hüzünleniyoruz. Ve susuyoruz. Bu oyuna çok düştük..Şehirlerde yaşıyoruz, hayatımızı görünmeyen bir sisin içine hapsetmiş , mutsuz yüzlerle ve hüzünle dolaşıyoruz. Yaşıyoruz zannediyoruz yaşamadığımızı bilerek..Gerçekte..Çocuklarımız için endişeliyiz, gençlerimiz için ayrı..Şehirde yaşananlar, olabilecekler, tehlikeler belli..Ve duruyoruz, kapana kısılmış, boyun eğmiş gibi. Ve biz böyle dururken olaylar oluyor.Esasında “Olanlar oluyor.” Duvarlar örülüyor etrafımıza. Güzellikler yok ediliyor ve yaşam artık her an dünyadan çalınıyor. Daha nereye kadar? Ve kendiliğinden bitmeyeceği belliyken bu suskunluk da nedir?

Sabah kalkıp işe gitmek, eve gelip televizyon seyretmek, belki bir iki kitap okumak, bir iki dünya kurtarıcı söz söylemek sonra da ahlar çekmek. Bu arada ağaçlar kesiliyor, binalar dikiliyor, sistem işliyor, hızla daha çok yok etmeye doğru. Çocuklar odalarda, yapay ışıklar altında büyüyorlar, gençler kendilerini karanlık barlara atıyorlar. Bir ağaca sarılmayı bilmeden. Onun canlı olduğunu, tüm dünyanın gerçekte canlı olduğunu anlamadan.

Hiç yorum yok: