1.09.2010

ENDİŞE ve KORKU TÜNELİ


Hayatın içinde çoğu zaman kendimizi denizin üstünde bir su yatağında yatarmış gibi keyifli, yüzümüze yayılmış bir gülümseme ile varolmaktan memnun ve minnettar "hissetmeyiz".Yapılması gereken şeyler, korunulması gereken kişiler ya da olaylar,açıkgöz olunması gereken durumlar ya da kendimizi sevdirmemiz gereken çok önemli şahsiyet figürleri ,erkekler,kadınlar ya da bir özel kişi vardır.

Kısacası tehlikeli ve ondan daha da güçlü olmamız gereken kalabalık dehşetengiz bir dış dünya ve bu dış dünyadan bizi kurtarabilecek potansiyel umutlarımız vardır ve ne zaman kısa bir tatilde denizin üstüne kendimizi bırakma şansını bulsak, yani ne zaman dış dünyadan kısa bir an için çıkabilsek kendimizi mutlu, tatmin,rahat ve sakin buluruz.Mutluluk ordadır, ama asla sıradan yaşamlarımızda değildir.

Ne yazık ki dış dünyayı değiştirmeye çalışsak, ona karşı bir çok değişik,lazer ışınlı ya da nano teknoloji üstün savunma ve savaş aletleri içimizde üretsek de ve gerçekten de bu taktiklerimizle bir gün gerçekten de başarılı olacağımıza derinden inansak da sıfıra sıfır elde var sıfır olduğumuzu da içten içe biliriz.

Bir Don Kişot ve ona "Ama ortada saldıracak ve korkulacak yeldeğirmenleri yok ki.." diyen gerçeğin sadık sesi Sancho Panza gibi..

Acı ama gerçek, dış dünyada ne kendimizi savunacağımız ne de saldırmamızı gerektiren bir şey var.Her şey olduğu gibi akıyor, sabah uyanıyoruz, güneş doğuyor ve batıyor.Her şey kendi düzeninde, muhteşem bir ahenkle varoluyor.Ne kadar para,aşk,sevgi sorunumuz görünürde olsa bile esasında o an içinde hiçbir şey yok, herşey sakin ya da neşeli. Ama biz mutsuzuz.
Acaba uzaktan bakan bir göz, tüm hayatın rengarenk muhteşemliği içinde yataktan bedbaht ve kasvet içinde kalkan bir insanın görüntüsü karşısında ne düşünür? Tahminen şaşkına döner.Çünkü o dünyayı uzaktan bambaşka algılamaktadır.Harika bir varoluş, birçok ruhun bir araya geldiği, bir çok dostun bir arada buluştuğu bir yuva gibi.Ve çok şaşırır gerçekten de insanların mutsuzluğuna,onların gülmeleri ve kutlamaları o göz için doğal olandır,esas gerçekliktir çünkü.Deli olmalılar diye düşünür, gerçekten de deli bir yer burası.

Ama gel de o insana sor.O dünyayı,kendini ve yaşamını hiç de öyle algılamamaktadır.O bir cehennemde yaşıyordur.Ve bırak kutlamayı bu cehenneme karşı kendini korumalıdır.Sevgi ve aşk bile artık korkulması gereken güvensiz şeylerdir,ondan bile koruması ve korunması için kurallara,sözlere,garantilere,şablonlara ihtiyacı vardır.Küçücük bir sevgi bulmuşsa bu karanlık dünyada onu da asla ve kesinkez kaçırmamalıdır.

Değişik bir hal. Zaten olağanüstü bir varoluşun ışığının içindeyken ona kör olmak,gözleri kapatmak , sonra onun minik bir yansımasıyla karşılaşınca cevher bulmuş gibi saklamaya, onu kaçırmamaya ve kaçmasın diye korkmaya, endişelenmeye başlamak, ve tezgahlar kurmak.

Bu nasıl oldu? Bu delilik nasıl başladı? Bu zehir içimize nereden sızdı? Nasıl,ne zaman,nerede kaptık bu hastalığı?

Bunu çok düşündüm, çok bulmaya çalıştım,önce hastalığı kabul etmem gerektiğini,bunun normal olmadığını kabul etmem gerekti.Bunun benden olduğunu, bilmediğim, tanımlayamadığım bir şekilde hastalanmış olduğumu.Ve elimden gelebilecek en güçlü şekilde düşündüm,hissetmeye çalıştım.Her şey gibi bunun da bir başlangıç noktası olmalıydı.Yanıt her zaman başlangıçtadır.

Eğer gözlerimizi kaparsak ve bu dünyaya yeni gelmiş,saf,coşku dolu ama bilgisiz ve savunmasız halimizi içimizde hissederek, o saf gözlerin küçükken dış yaşamı , ailesini, onların tepkilerini,kararlarını ve yaşama karşılık verişlerini izleyerek kendi içine kaydetmiş olduğu gerçekliğin şu anki hayat gerçekliğimizi yaratmış olduğunu fark ederiz.Yani çocukken izlediğimiz dış dünyayı gerçeklik olarak kabul ederiz, diğerlerinin korkuları gerçektir, diğerlerinin acıları gerçektir, endişeleri, şüpheleri,kavgaları,acıları bu bilinmez dünyanın gerçekliğidir.Çoktan hastalanmış suçsuz anne ,babaların ve toplumun kaçınılmaz zincirine bağlanan ve hastalığı gerçeklik olarak algılayarak onu kabul eden bir çocuğun saf ve korku dolu bakışları ile yaşama "karşı" yaşama başlarız.Korunmalıyım ve güçlü olmalıyım.

İşte bu egonun doğumgünüdür.
Mumlar yakılır ve ömür boyu yenecek pasta kesilir.

Mide bulanıncaya kadar...

2 yorum:

Adsız dedi ki...

merhaba efendim
yazınızı okurken hissettiklerimi yazmalıyım önce.bu hanımefendi nasılda donatmış kendini diye düşündüm,kimler ve neler görmüş ki;bu denli serinkanlı ve olabildiğince uyanık kalmış ve uyuşturmamış kendini.hayranlıkla okudum yazınızı ve izniniz olursa da şunu ifade edebilirim;ne elde edecek ve ne tadacaksa bunun dünyada olabileceğine inandıktan sonra kaçınılmaz bir sonuç bizimkisi.
saygıyla kalın efendim

CALIX dedi ki...

:)insan önce merak edip,okuyor,düşünüyor ve en önemlisi hayal ediyor.Oldum diyor.Sonra bir olaylar oluyor.Hiç de olmamış olduğunu fark etmeye başlıyor, direniyor,ağlıyor,sızlıyor,öfkeleniyor.Oldum demenin, olmak istemenin,birşey olmayı arzulamanın "ulvi kibirli oyununu" kendi içinde görüyor.Zıplayan,ben ben diyen ufacık bir damlacık olduğunu.Komikleşiyor kendisi.İçimden böyle şeyler geçti.
Sevgiyle kalın:)